Kendini Tanımak ve Geliştirmek

Oysa kırsal kesimde yaşayan ve gelir düzeyi daha düşük birey ya da topluluklar incelendiğinde çok büyük hayalleri olmamasına rağmen çok daha mutlu ve huzurlu bir yaşam geçirdikleri görülmektedir. Bu durumun sebepleri arasında şehirde yaşayan bireyin yetiştiği rekabetçi ortamın dünyaya sadece bu şekilde bakılmasını sağlaması ve dünyayı sadece insanların birbirleriyle rekabet ettiği bir yer olarak göstermesinin büyük bir payı var. Ülkemizdeki üniversiteye giriş sınavları bunun canlı örneğidir.
Bu ortamda yetişen bireyler fanustaki bir balık veya kuyunun dibindeki bir kurbağa gibi dünyayı sadece yaşadıkları şartlardan ibaret görmektedir. Bunun sonucu olarak da iç dünyalarında bir hapishane oluşturarak kendilerini buraya hapsetmektedirler. Sevinçlerini veya problemlerini paylaştıkları insan sayısı her geçen gün azalmakta ve yalnız bireyler olarak yaşamaya başlamaktadırlar. Tom Hanks’in oynadığı 2000 yılı yapımı “Yeni Hayat” filmini izleyenler Hanks’in burada bir beysbol topuna göz çizerek onunla konuşmaya başladığını hatırlayacaklardır. Günümüz insanı da Tom Hanks’in canlandırdığı karakter gibi zamanla kendi içine dönmekte, sadece kendi ile fikir alışverişinde bulunmakta ve duygularını sadece kendisi ile paylaşmaktadır.
Çevremize Duvarlar Örmekteyiz
Kendi içine dönen ve insanlarla paylaşımlarını azaltan bireyler zamanla kendi çevrelerine duvarlar örmeye başlar. Hayata ve insanlara karşı mesafeli, sosyal hayatı sınırlı ve dar bireyler haline dönüşür. Özgür yaşadığına inanan ama esaret ve korkularla dolu yaşamlara sahip bireyler ortaya çıkmaya başlar. Belli bir süre sonra örülen bu duvarlar adeta aşılması imkânsız kaleler haline gelir. Şu an IMDB’de en beğenilenler listesinde zirvede yer alan “Esaretin Bedeli” filminin ana karakteri olan Andy Dufresne aslında anlatmaya çalıştığımız birey tarifine birebir uymakta.
İnsanların iç dünyalarında yer alan hapishaneden kurtulmak ve esaretlerine son vermek adına atmaları gereken ilk adım umutlarına sarılmak olmalıdır. Yine Esaretin Bedeli filmindeki bir replik adeta bu durumu haykırmakta: “Korktukça tutsak, umut ettikçe özgürsündür.”
Kendini Tanımanın Sihri
Peki, sadece umut etmek yeter mi? Tabi ki hayır. Umudumuzun bizi harekete geçirmesi, bunun sonucu olarak da özgür ve mutlu bireyler haline getirmesi gerekmektedir. Bunun için ise atmamız gereken ilk adım kendimizi tanımak olmalıdır. Yaratılış gereği hiç birimiz harika ve kusursuz değiliz. Birçok güçlü ve zayıf noktamız bulunmaktadır. Ayrıca zamanla çevremizden edindiğimiz bilgiler doğrultusunda yeni yönlerimizi keşfetmekte veya bazı özelliklerimizi dışarı çıkaramamaktayız. Örneğin baskı altında yetişen bir birey sanat veya spor dallarındaki yatkınlıklarını ilerleyen yıllarda (genellikle meslek edindiği ve maddi özgürlüğünü eline aldıktan sonra) ortaya koyabilmektedir. Bunun önüne geçmek adına gelişmiş ülkelerin eğitim sistemlerinde bireyleri, doğuştan yatkın oldukları ve sevdikleri alanlara küçük yaşlarda yönlendirmek için birçok çalışma yürütülmektedir.
Bireylerin kendisini daha yakından tanımaları ve kendi eksiklerini görmeleri için günümüzde kullanılan değişik yöntem ve testler bulunmaktadır. Bu konuda bireylerin sağlıklı bir şekilde hareket edebilmeleri ve kullanılan yöntem ve testlerin doğruluğu adına profesyonel bir danışmanlık almaları yararlı olacaktır.
Çevremizle Anlaşma İmzalamalıyız
Bireyler kendilerini keşfederken sürekli iletişim halinde oldukları çevrelerini de iyi gözlemlemeli ve buradan alacakları tepkileri çok iyi yorumlamalıdır. Bunun sonucunda çıkarılacak dersler ilerleyen süreçlerde atılacak adımların çok daha güvenilir ve rahat bir şekilde atılmasını sağlayacaktır.
Bu konuda sıkça anlatılan bir hikâye vardır. Eski zamanlardan birinde, soğuk kış günlerinde pek çok hayvan, en çok da kirpiler soğuktan dolayı ölmekteydi. Çünkü bu hayvanların onları soğuklardan koruyacak kürkleri yoktu. O soğuk günlerin birinin sabahında hayvanlar, birbirlerinin vücut ısılarından yararlanmayı düşünürler. Çok sayıda oklu kirpide donmamak için birbirlerine hayli yaklaşırlar. Biraz zaman geçtikten sonra oklarının farkına varırlar, canları acır ve ayrılırlar. Böyle olunca da üşümeye başlarlar ve birbirlerine tekrar yaklaşırlar. Oklar birbirlerini rahatsız edince yine ayrılırlar. Soğuktan donmak ve batan okların acısı arasında yaşadıkları ikilem, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürer.
İnsan olarak bizler de içimizdeki ve dışımızdaki dünya arasında benzer bir ikilem yaşamaktayız. Bunun önüne geçmek için sürekli denemeli ve kendimiz adına en ideal durumu bulmalıyız.
Korkularından Sıyrılmak ve Hata Yapmaktan Korkmamak Gerekir
Bu süreçte bizi en çok zorlayan noktalardan biri ise sahip olduğumuz korkulardır. Geçmişten getirdiğimiz veya sürekli geleceği düşünmemize neden olan korkularımız en büyük problemlerimiz arasındadır. Çoğu zaman yaptığımız hataları tekrarlamaktan, başarısız olmaktan, kırılmaktan veya insanları kırmaktan, işsiz kalmaktan, ölümden, sevilmemekten ve daha birçok şeyden korkmaktayız. Bu korkularımız ileriye yönelik büyük ve güçlü adımlar atmamızı engellemektedir. Oysa insan doğduğu andan itibaren ölüme doğru yol alıyor belki, ama yaşamaktan da asla vazgeçmiyor. Yaşamaktan vazgeçmediğimiz gibi kendimizi geliştirmekten ve değiştirmekten de vazgeçmemeliyiz. Bunun en etkin yolu da geçmiş veya gelecekten ziyade içinde bulunduğumuz zaman dilimini pozitif anlamda değerlendirmektir. Tabi ki geçmişimizi silmeden oradan dersler çıkarmalı ve geleceğimizi ciddi bir şekilde planlamalıyız. Ama bunları bir baskı unsuru olarak görmemeliyiz. Bunlar bizim için baskıdan daha ziyade motivasyon unsuru olmalıdır.
Ünlü insanların başarı hikâyeleri incelendiğinde aslında geçmişlerinde büyük başarısızlıkları olduğu da görülecektir. Örneğin şu ana kadar bilinen en iyi basketbol oyuncusu Michael Jordan lise yıllarında yeteneksiz bulunarak basketbol takımından çıkarılmıştır. Apple firmasının unutulmaz CEO’su Steve Jobs kendi kurduğu firmadan 30 yaşında kovulmuştur. Walt Disney ise bir zamanlar çalıştığı gazeteden, yeterince yaratıcı olmadığı ve orijinal fikirler geliştiremediği gerekçesiyle kovulmuştur.
Motivasyon ve İç Ses
Motivasyonu artıracak ve insana cesaret verecek en önemli olgu ise bireyin içsesidir. İç ses bireyin kendi ile kurduğu iletişimdir. Kişilerin iç konuşmaları genellikle tavır ve davranışlarını belirlemekte tetikleyici bir rol oynamaktadır. Bu durum olumlu veya olumsuz olarak bireyleri etkilemektedir. İç sesine güvenen bir birey kendine güvenini arttıracaktır. Ama bireyin kendisi ile yapacağı olumsuz konuşmalar da özgüveninin düşmesine sebep olacaktır. Bunun sonucu olarak ta birey kendi gelişimini yavaşlatacak veya durduracaktır. Unutmayalım ki beynimiz yeterince sık ve net söylediğimiz şeylere inanacaktır. Yani kısaca bireyin hayatı kendi düşüncelerinin rengine boyanacaktır. Aslında Gandi’nin şu sözü durumu çok güzel bir şekilde dile getirmektedir.
“Söylediklerinize dikkat edin düşüncelere dönüşür, Düşüncelerinize dikkat edin duygularınıza dönüşür, Duygularınıza dikkat edin davranışlarınıza dönüşür, Davranışlarınıza dikkat edin alışkanlıklarınıza dönüşür, Alışkanlıklarınıza dikkat edin değerlerinize dönüşür, Değerlerinize dikkat edin karakterinize dönüşür, Karakterinize dikkat edin kaderinize dönüşür…”
Kaynakça:
Doç. Dr. Uğur BATI Kendine İyi Bak
Yorumlar
Yorum Gönder