SOSYAL GİRİŞİMCİLİK ÜZERİNE RÖPORTAJ


Baybars Altuntaş ile yıllar öncesinde yapılan bir röportajı istifade edilmesi için tekrar yayınlamak istedim. Umarım yararlı olur.


GERÇEK GİRİŞİMCİ: ‘PARASI OLAN DEĞİL, PARANIN KOKUSUNU ALANDIR…’

‘İyi bir girişimci olup az sermayeyle çok para kazanmak günümüzde gençlerin özellikle üniversite öğrencilerinin kulağına hoş gelen şeylerden biridir. Bunun yanında kendi patronunun yine kendinin olması başka bir değişle özgür bir çalışma ortamında kendi fikir ve çabalarının başarıya ulaşması da istenilenlerin arasındadır. Bu işler belki biraz şansa, kabiliyete, birikime, kimilerine göre de hatırı sayılır bir sermayeye, günümüzde ise iyi bir internet kullanıcısı olmanıza bağlı… Bana göre başarılı olmak bu saydıklarımızdan hangisine bağlı olursa olsun, öncelikle bu yollardan geçmiş, başarılı olmuş yahut olamamış insanları araştırmak, bir de onlardan dinlemek şartı öncelikli gelir. Bu şekilde yolunuzun nasıl şekilleneceğini az da olsa tahmin etme şansınız olur. Biz de bu konuda istekli olan ya da iyi bir girişimcinin öyküsünü merak eden arkadaşlarımız için iyi bir girişimci dendiğinde Türkiye’de ilk akla gelen ve Türkiye’nin en başarılı örneği olan Baybars Altuntaş ile kısa bir röportaj gerçekleştirdik. Bizlere genç yaşta belki de Türkiye Franchising Derneğiyle başlayan ve Deulcom International ile süre gelen ve aslında kısa bir zamanda birçok şey başardığı yaşamından örnekler vererek nasıl, hangi fikirlerle, kimlerle ve hangi şartlarda başarılı olabileceğimizi anlatarak kendi içimizde cevaplayabilmemiz ve düşüncelerimizi geliştirebilmemiz yönünde bizlere ışık tuttu. Öncelikle, verdiği samimi cevaplar ve bizimle röportaj yapmayı kabul ettiği için teşekkür ederek merak ettiğimiz sorularımız ve arkadaşlarımıza faydalı olacağına inandığımız cevaplara geçelim… ‘

Gerçek bir girişimciyi nasıl tarif edersiniz?
‘Diyelim ki benim Anneannemin 100 milyon doları var, gidip bir fabrika kurarsa bununla, tariflere göre o 90 yaşında başarılı bir girişimci olabilir. Demek ki gerçek bir girişimci ile girişimci gibi duran arasındaki farkı bir ortak üstüne alan, radarları da uçan bir sivrisineği bile yakalayacak güçte olan kişidir. Parası olan değil, paranın kokusunu alan, çünkü her parası olan adam, paranın kokusunu alamayabilir, çünkü siz zengin bir insan olarak doğmuşsanız milyonlarca doların içinde, sizin bununuz paranın kokusunu almaz. Örneğin çöp evde yaşayan bir adam artık o çöplerin kokusunu duymaz hale gelir. Olayın esprisi burada “paranın kokusunu parası olmayan adam alır.” Dolayısı ile gerçek bir girişimciyi tarif ediyorsak benim tarifim; “paranın kokusunu alan, radarları da çok iyi çalışan kişidir.” bu şekilde. Zaten bu arkadaşın üretmiş olduğu iş fikri bir şekilde başarıya ulaşacaktır.’

Girişimcilik doğuştan gelen bir özellik midir, yoksa sonradan geliştirilebilinir mi?
‘Herkesin doğuştan gelen bir sürü özelliği var, biri çok iyi resim yapar, birinin müzik kulağı çok iyidir, şarkı söyler, ötekisinin matematiğe kafası çok yatkındır, dolayısı ile girişimcilikte radarları çok iyi çalışıyor diyorsak ya bu doğuştan çok iyi çalışacak ya da daha sonradan radarların daha iyi çalışmasını sağlayacak. Demek ki girişimcilik bir noktada geliştirilebilinir bir özellik, ama doğuştan gelen bir özellik olacak ki geliştirebilesin yani sen, sanata yatkın olan bir insanı alıp da KOSGEB’in girişimcilik kursuna koyup da, onu yüz yılda eğitsen bu arkadaş girişimci olamayabilir. Dolayısı ile bence, bireylerin özellikle de üniversite öğrencilerinin kendilerini tanımaları çok önemli, yani ilk önce “ben neye yatkınım” sorusuna cevap bulmaları gerekir, çünkü çok iyi bir ressam olabilirim, müzisyen ya da başka bir şey bu şekilde de para kazanabilirim, diyebilmeliler. İlla da gidip kendi işini kuracaksın diye bir zorunluluk yok. Bunun için benim kısa pratik bir testim var, bu yazıyı okuyan arkadaşlarımız, bunu hemen uygulayabilirler. Kendi kendilerine şunu sorsunlar: “Ben genelde bardağın dolu kısmına mı, yoksa boş kısmına mı bakıyorum.” Eğer bardağın dolu kısmına bakıyorsanız girişimci, boş kısmına bakıyorsanız da memur adayısınız arkadaşlar kusura bakmayın… Bazı insanlar, bir işe hemen pozitif kısmından bakarlar, bazıları da negatif kısmından bakarlar, bu iş olmaz diye başlar. Örneğin, benim yakın çevrem: ‘’Ya sana mı kaldı? Sana yedirmezler.’’ falan diyorlardı, ben bu laflarla büyüdüm, e ne oldu yedirdiler, tabi yemesini bilirsen. Senin ortaya atmış olduğun iş fikri doğru ise, bir de bu topu koşturabileceksen, yani iş fikri doğrudur ama aynı zamanda bu işte becerikli de olman gerekir.’

Bir girişimcide “hırs” olmalı mıdır?
‘Aynı zamanda biraz hırs da lazım, yani hırs yoksa kendisine hedefler ortaya koyamıyorsa, koyduğu hedefe ulaşıp, bir sonraki hedefi hemen ortaya koyamıyorsa, zaten yandı gülüm keten helva…
Mesela ben size canlı bir örnek vereyim; Ben Beyoğlu Güzelleştirme Derneğinin başkanıydım, Vitali HAKKO’ da derneğin kurucusu olarak, genel kurullara gelir bir konuşma yapardı; 92 yaşında ve 40 derece ateşle geldi genel kurula 1 saatlik konuşma yaptı, “Beyoğlu nasıl güzelleşecek?” bunu anlattı ve 3 ay sonra da vefat etti. Yani, demek istiyorum ki; bu iş mezara kadar olan bir iş. Yalnız ticari anlamda değil, sosyal anlamda da girişimci olmak gerekiyor. Çünkü; bu iki şeritli bir yol. Burada, altını çizmek istediğim bir şey var; girişimcilik genelde tek şeritli bir yol olarak algılanıyor; girişimcilik eşittir para kazanmak gibi, ama sadece para kazanmak değil… Mesela ben gittim Başkan Obama ile görüştüm, para mı kazandım hayır, ama neticede 21. yy.’ın en önemli girişimcilik zirvesinde, sosyal girişimci olarak Türkiye’nin imza atmasını sağladım. Burada para ile kıyaslanacak bir şey yok.’

Belli bir intiba kazandınız, bu size ayrı bir kazanç olarak geri dönecek midir?
‘İntiba güzel tabi. Ama burada önemli olan, ülkende ne yaptığını düşünmen. Girişimcilikte, ulusal çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa, bu anlamda girişimcilerin çok önemli misyonlar üstlenmeleri gerektiğini düşünüyorum, zaten dünya bu yöne gidiyor. Obama girişimcileri topladı dikkatinizi çekerim, yani Obama’nın düzenlemiş ve 21. yy.’ın en önemli hareketi diye sunmuş olduğu Dünya Girişimcilik Zirvesi, Müslüman Dünya ile Amerikalıların arasını iyileştirmek için yapılan bir zirveydi, bu şekilde açıklandı. Dolayısı ile girişimciler artık bir diplomat gibi dünyada faaliyet gösteriyorlar. Amerikalı diplomatlara baktığınızda bulundukları ülkelerde bir zamanlar öğretmenlik, doktorluk falan yaptıklarını görürsünüz. Girişimcilere, toplumsal misyonların yüklenmesi gerektiğini düşünüyorum, nitekim ben bunun en güzel örneklerinden birini yaşadım. 26 Nisan’da Başbakan Erdoğan’ın gönderdiği mektubu, Sayın Obama’ya verdim ve hatırlarsınız 24 Nisan’da Ermeni problemi dolayısı ile aramız gerilmişti, hatta Türkiye büyük elçiyi çekme kararı almıştı. 24 Nisan’da oylanıp çok kötü bir karar alınan olayda, 26 Nisan’da Sayın Erdoğan adına bir girişimci elçi olarak verdiğim mektup ile ibre Türkiye’ye döndü ve konu kapandı. Demek ki girişimciler, toplumlarda bu kadar önemli görevler üstlenebiliyorlar.’

Franchising’i Türkiye’ye ilk getiren kişi olduğunuzu biliyoruz, bu nasıl gerçekleşti, bizimle paylaşabilir misiniz?
‘91 yılında bir Pazar günü, 2. erkek yurdunda kalıyordum o zamanlar “Economic Panaroma” dergisinde “ Franchising nedir? diye okuduğum bir makale vardı. Okuduğum bu makalenin sonucunda kendi kendime dedim ki: Adam Amerika’dan geliyor, Taksim’e MC Donalds’ın şubesini açıyor ve önünde kuyruklar oluşuyor. Bizim, Bursa’daki kebapçımız İstanbul’a gelip bir şube açamıyor. Biri 5000 tane şubem vardır deyip gurur duyuyor, bizim ki ise yazar kasanın arkasına bir yazı asıyor “Başka şubemiz yoktur” diye bununla gurur duyuyor. Burada enteresan bir paradigma var ve bunu çözmem lazım dedim kendi kendime. O sıralar İngilizce öğretmenliği 3. sınıf öğrencisiyim, 20’li yaşlardayım yani… Kendi kendime biz nasıl kendi markalarımızı dünyaya açabiliriz diyerek, Alman Franchising birliği başkanını Türkiye’ye davet etmeye karar verdim. Allah’tan “Google” falan yok, çünkü girip beni araştırmaya kalksa benim hakkımda hiç bir şey yok o zamanlar. Kabul etti ve Türkiye’de bir basın toplantısı düzenlememi istedi. Türkiye’ye geldiğinde beni havalimanında kot pantolonlu, tişörtlü görünce bozuldu… Ama sonuç itibari ile basın toplantısı yapıldı ve 75 tane gazeteci katıldı. Bizim markaları nasıl dünyaya açarız sorusu kafamı kurcalarken, Adam buraya gelip, burada ki ilgiyi görüp, beni de Almanya’ya davet edip bir de orada Türkiye’deki potansiyel ile ilgili olup, konuşma yaptırtınca “Türkiye Franchising Derneği” ni kurmak, sünnetlikten çıktı farz oldu. Dolayısı ile ben derneğin kuruluşunu üniversite 3. sınıf öğrencisi iken yaptım. Bunun üzerine iş adamları beni aradı; “biz de bu derneğe kurucu üye olmak istiyoruz” diye… Arayanlardan biri ise, Özer Çiller’di, eşi ise Boğaziçi üniversitesinde hocaydı, aradan 6 ay geçtikten sonra Tansu Çiller milletvekili ardından Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olunca bizim dernekte Ekonomi Bakanı’nın eşinin başkanlık yaptığı, benimse genel sekreterlik yaptığım bir dernek oldu. Franchising Derneği’ni bu şekilde kurmuş olduk, şu anda Avrupa Franchising Federasyonu’nun en aktif üyelerinden biri. Mesela biz geçen yıl bu Avrupa Franchise Federasyonu’nu burada topladık, deseler ki bu Türkiye Franchising Derneği’ni bir üniversite öğrencisi kurdu, kimse inanmaz…

Kurmuş olduğunuz bu dernek daha sonradan kuracağınız işinizde size pek çok fayda sağlamıştır değil mi?
‘Olmaz mı, dernek yerinden çıktı, yeni yönetim geldi, ben derslerim var dedim vınladım, çünkü not ortalamamızın da 2’nin altına düşmemesi lazım. Özer Çiller de, ‘eşimin işi dolayısıyla Ankara’ya gitmem gerekiyor.’dedi. Böylece yeni yönetim gelmiş oldu, merkez taşındı ve Tarlabaşı Bulvarındaki o küçük yer bana kaldı. İşte ben Deulcom’u orada kurdum, kira yok, bir şey yok. Turyap’ın kurucusu Azmi Bey’e gittim, ‘burada seyahat acentelerine eleman yetiştirelim, İngilizce öğretmenliği okuduğum için kendi kendime bir kariyer planı oluşturmaya karar verdim, burada bir eğitim işi yaparsanız ben de kendime şimdiden bir iş bulmuş olurum.’dedim. Azmi bey, ‘tutmaz bu iş.’ dedi. ‘Neden tutmasın?’ dedim, ‘Ben seyahat acentelerinde liseden beri çalışıyorum, dolayısı ile biliyorum ki eğitimli eleman eksiği var…’ Her neyse tutar tutmaz derken, ‘senin kaç paran var?’ dedi, ben de ‘4000 dolarım var.’dedim.
‘O zaman sen bu parayla ilan ver, bu merkezi de kullanabilirsin.’ dedi (iki sandalye bir masa kadar bir yer). Gazeteye ilan verdim, o hafta 14. 400 dolar nakit para topladım, ertesi hafta bir 35 bin dolar daha geldi, ilanı 9 Şubat 1992’de verdim, Mart’ın ortalarında elimde 100 bin dolar nakit param vardı, bir yandan da öğrenciyim. Bu arada Aziz Bey arıyor ‘nasıl gidiyor işler?’ diyor, ‘idare eder.’ diyorum, çünkü ne kadar para kazandığımı söylesem, benden kira isteyecek, borçlu çıkacağız. Sonra, bir gün yine aradı ‘işler nasıl gidiyor’ diye, dedim ‘iyi işte okula koşturuyoruz falan’, ‘boş ver şimdi okulu falan araba almışsın.’ dedi, orada şapka düştü kel göründü, arkadaşlar… ‘Gel bakayım hemen buraya, al bu da kira kontratın, 3 aylıkta depozito istiyorum…’

Dersleri kim veriyordu?
‘Dersler için Boğaziçi Üniversitesindeki Turizm bölümündeki hocalar ile teker teker görüştüm, onlar beni Tursab’a yönlendirdiler, Tursab beni başka kurumlara yönlendirdi, çok iyi bir kadro kurdum… İzmir’de Atatürk Kültür Merkezinde geçen hafta bir konferans verdim, orada 20 yıl önce benim İzmir’deki ilk açtığım seminere gelen bir arkadaşımız kalkmış nostalji için gelmiş, geldi bana dedi ki “hala formunuzdasınız Baybars bey 20 yıl önce de çok iyi organize ediyordunuz bu işleri, şimdi de öylesiniz.” dedi.’

Öğrencilere kariyer noktasında yüksek lisans, doktora gibi çalışmaları tavsiye ediyor musunuz?
‘Ederim. Bence, girişimcilik ile uğraşırken bir yandan da bu planlamaları yapabilirler. Bakın ben size en canlı örneğini vereyim: Hacı Boydak, geçen gün gazetede okudum üniversite sınavına hazırlanıyormuş, liseyi de dışarıdan bitirmiş, “Her sabah 6 ile 8 arasında ders çalışıyorum.” diyor. Hacı Boydak neticede Türkiye’nin sayılı girişimcilerinden biri, sıfırdan gelip, önce girişimciliğini yapmış, şimdi eğitimini yapıyor ama bir yandan da devam ediyor. Dikkatinizi çekerim bitti demiyor. Ben de aynı şekilde… Ben 87 yılında üniversiteye girdim, 100 bin doları aldıktan sonra okulu bırakabilirdim… Bu eğitim işi şöyle bir şey; reklamcıların bir tarifi vardır: mesela 100 bin dolarlık bir reklam bütçesi harcarlar, derler ki ‘Bunun 50 bin doları boşa gidiyor bu kesin ama verdiğiniz reklamların hangi birinde gidiyor bu boşluk, hangi yarısı onu bilmiyoruz.’ Şimdi eğitim işi de böyle bir şey, eğitimli mi eğitimsiz mi? Ne onunla oluyor, ne de onsuz oluyor gibi bir şey bu, ama eğitimin bir şekilde olması gerekiyor. Yani mastır, doktora, profesörlük yollarına bir şekilde devam etsinler. İkisi de beraber yürüyebilir, birinden ödün verilmesine gerek yok.’

Öğrencilik günlerinize geri dönmek ister miydiniz, bu düşüncelerle o günlere dönseydiniz ne yapardınız?
‘Ben hâlâ o günlerdeki gibi düşünen bir insanım, yani o zamanlarda konuları nasıl değerlendiriyorsam, o bakış açımı yitirmemeye gayret ettim. Çünkü o bakış açısı beni buralara getirdi. O bakış açısı şuydu: mesela ben üniversitedeyken çıkıp resim kulübüne giderdim, turlar düzenlerdim… Hâlâ Beyoğlu’nda kendi arkadaşlarım için yürüyüş turları düzenlerim. O enerjimi kaybetmemeye gayret ediyorum, ben bu methodları uygulayıp, doğruluğuna inanan, bunu da diğer insanlarla paylaşan bir yapıdayım, başka da bir formül söyleyemiyorum insanlara, ben ancak kendi formülümü anlatabilirim.’

Bir girişimde her zaman riskler vardır ve bu insanların özellikle gençlerin aklında bir takım soru işaretleri oluşturuyor, bu riskleri nasıl değerlendirmek, ölçmek gerekir?
‘Şöyle, ben girerken bir risk vardı ama fazla değildi. Kaybedeceğim 400 dolardı. 15 saat özel ders veririm, yine bu 400 doları kazanırım diyordum, o yüzden yaş ilerledikçe ve artık bir şeyler kazandıkça kaybedeceğiniz şeyler artıyor, işte o zaman risk almak zorlaşıyor.’

Siz bu işe başlarken olacak mı diye bir korkunuz ya da şüpheniz oldu mu?
‘Ben, verdiğim küçücük reklam karşılığında 100 bin doları toplayınca zaten bu işin tutup tutmayacağını belli oldu, ondan sonra da ortaya attığım hemen hemen her şey de tuttu. Örneğin; Türkiye’nin Hava Yollarına ilk hosteslik kurslarını ben açtım, ilk yer hostesliği, ilk reklam, ilk halkla ilişkiler… Ayata‘nın (Hava Yolları Taşımacılığı Birliği) ilk merkezi Cenevre’deydi o zamanlar, şimdi Kanada’da… Dünyadaki ilk eğitim merkezi biz olduk, ben Miami’ye gittim 15 gün hoca bulamadım, Türkiye’de ise beni 15 gün eğitmenlik kursuna aldılar. Kurs açabilmek için, Türkiye’de ilk Ayata öğretim üyesi oldum. Oradakiler ile o kadar iyi bir ilişki geliştirdim ki; Sanfransisko’da Silikon Vadisi’ne gidip Ayata’nın online eğitim programlarını kimin yapacağını Ayata’ya, ben buldum. Mesela hiç akla gelmez bunlar, koskoca Dünya Hava Yolları Taşımacılığı Birliği, 152 ülkenin resmi platformu ve onların bir problemini çözen de neticede bir Türk öğrenci olabiliyor. Sonra Singapur’a gittim yer hostesliği eğitimi almak için yani aynı zamanda ben yer hostesiyim… Yani, neticede bu kursları açıp, yeni bir şeyler getirebilmek için baya çalışmışım galiba…’

Deulcom International’da dil eğitiminin yanı sıra mesleki eğitim programları, sertifika programları gibi farklı programlar düzenlemenizdeki etken, yurt dışındaki olanakları görmeniz oldu diyebilir miyiz?
‘Tabi öyle oldu. Eskiden Google yoktu, yani yeni bir iş fikrini ancak kendiniz üretip çıkartabiliyordunuz, ama şimdi tıkla,  Google milyon tane iş fikri sunar önünüze, onlardan birini üretip geliştirebilirsiniz. Tabi o sırada yurt dışına gitmek oradakilerin ne yaptığına bakmak, oradaki fuarlara katılmak gerekliydi, şimdi öyle değil, işler girişimciler açısından hem kolay hem zor, yani fikir üretmeyi destekleyecek enstrüman çok, aynı zamanda bunu görebilecek rakip sayısı da çok, işte zorlukta bu noktada başlıyor.’

Girişimci olmanın zor aynı zamanda güzel yanları da vardır, bunları bizlerle paylaşır mısınız?
‘Bana göre, girişimciliğin tamamı zaten bir keyif. Çünkü bir kere sıfırdan bir şey yapıyorsunuz, bu yapmış olduğunuz işe insanlar inanıyor ve sizin kurduğunuz bu işlerde çalışmaya başlıyorlar, bu çok önemli. Örneğin; benim ilk sekreterim işe başladığında ben çok zevk almıştım, çünkü düşünsenize birileri sizin yaptığınız işe inanmış gelmiş ve burada kariyer yapıyor, sonra sayılar artmaya başladı; hocalar, öğretim üyeleri, şube müdürleri, satış müdürleri falan derken, hani bu gelişmeyi gözlemlemek bir kere büyük bir zevk. Tabi bir de girişimciliğin riskli yanları da var. Netice itibari ile sizin dışınızda gelişen olaylardan dolayı… Mesela bir döviz patlıyor, siz de almışsınız, imzalamışsınız döviz senetlerini, dolaysıyla bu tip risklere de giriyorsunuz, bunları da yaşadık. Ama bunlarla da o işle nasıl baş edeceğini anlamış oluyorsun, yani işe nasıl girdiysen, o işten de nasıl çıkacağını öğreniyorsun. Dolayısıyla bunlarla karşılaştığında da önemli dersler, kurslar alıyorsun, yani “learning” öğrenmeden ziyade “acquisition” edinme kısmı önde gidiyor. Çünkü netice olarak edindiğini unutamıyorsun. Kısacası öğrendiğini tekrarlamazsan unutursun ama edindiğin senin kişiliğinin bir parçası, neticede araba kullanmak gibi bir şey oluyor.’

Girişimcilik denince yoğun iş ortamı, stres’te beraberinde geliyor, siz bu yoğun iş ortamında ailenize zaman ayırabiliyor musunuz? Bize bir gününüzü anlatabilir misiniz?
‘Zamanımın büyük bir bölümü hava alanlarında geçiyor, eşim bazen bana takılıyor “kendini kötü hissediyorsan git bir öğle yemeğini hava alanında ye öyle gel, şimdi sen kendini rahatsız hissedersin.’’ diye… J Sabah kalkıyorum, önce i-pad’imi alıyorum, facebook’tan gelen mesajları cevaplamakla başlıyorum, o günün duyurularını yapıyorum, sonra yapacaklarım belli zaten. Projeler, konferanslar, seminerler, bu arada da bizim yapmamız gereken işler, hafta içi böyle geçiyor. Hafta sonu ise, mutlaka ailemle beraber oluyorum, çünkü onlar merak ediyorlar o hafta ne oldu, “baba ne oldu, ne bitti” diye… Yattığımda içimden mezara bir gün daha yaklaştık derim, çünkü ne yaparsak yapalım ortak bir tane payda var, ister girişimci, ister doktor, ister öğretmen ol, netice de herkes mezara girecek, ortak payda bu, dolayısıyla ilk düşüncem bu olur, arkasından da aklımdan yarın ki projeleri, programları geçiririm…’

Siz 10 yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz, ya da nerede görmek istersiniz?
‘Aslına bakarsanız ben şimdi kendimi rüyamda görsem, 400 dolarla Tarlabaşı Bulvarına gideceğim, bir şirket kuracağım, bu şirket Franchising 100 listesine girecek ve Türkiye’nin en önemli markalarından biri olacak ve İspanyollar gelecek 150 bin Euro verip 5 yıllık telif hakkını alacaklar, Başbakan beni ofisine çağıracak,’ al bu mektubu Obama’ya götür.’ diyecek, sonra Obama, ‘Ben Baybars Altuntaş  ile Beyaz Saray’da açıklama yaptım.’ diyecek…Ben bunları rüyamda görsem inanmam, demek ki rüyamızda görüp de inanmayacağımız şeyler gerçek olabiliyor hayatta, bu yüzden istersen ben bu 10 yıl sonrası için bu akşam bir istihare’ye yatayım, rüyamda ne görüyorsam yarın sana söylerim bunlar olacak diye… J Şimdi işin esprisi bir yana, bundan sonraki adım “Melek Yatırımcılar Derneği”ni çok aktif hale getirmek. Ben hem ülkemizde hem dünyada girişimcilerin en önemli sorununun finansman olduğunu biliyorum, yani iş fikri var, ama bu iş fikrini pratiğe çevirecek girişimci zor çıkıyor ortaya, çünkü finansman yok. Dolayısıyla, girişimci ile finansmanı bir araya getirecek olan sistem “Melek Yatırımcılık” sistemi. O yüzden 6 ay önce arkadaşlar ile Melek Yatırımcılar Derneği’nin kuruluşunu yaptık, dün de 1. Genel kurulu vardı, ben Başkan seçildim. Ben bu geçen 6 ay içinde Amerika-Boston’a gittim, oradan Varşova’ya geçtim, ardından Brüksel’e derken, Melek Yatırımcılar Derneği şu an Türkiye’yi temsilen Dünya Melek Yatırımcılar Birliği’nin aktif üyesi oldu. Eğer bizim sitemize girerseniz melekyatirimcilar.org, oradan Dünya Melek Yatırımcılar Birliği’ne link de verdik. Ayrıca Avrupa Komisyonu’nun kurmuş olduğu Eban’da da (European Business Angel Network) federasyon bazında Türkiye’yi yine Melek Yatırımcılar Derneği temsil ediyor. Yarın da ülkemizde “co-investment found” denilen devletin girişimcilere ortak olacağı bir sistemin kurulacağı konusunda Portekiz’de bir konuşma yapacağım, şimdi bu Türkiye’de olacaksa neden Ankara’da değil de Portekiz’de anlatacaksınız diyeceksiniz, çünkü bizde işler öyle oluyor. Oradakiler beni davet ettiler ve Türkiye’de girişim ekosistemini anlat dediler, bu arada zaten Hazine Müsteşarlığı da bir çalışma başlatmıştı, İngiltere, Hollanda, Portekiz, Belçika, İrlanda, İskoçya, sanırım birkaç ülkede daha zaten uygulanan benim de önerdiğim bir “co-investment found” sistemi vardı, Bu sistemi eğer Türkiye’de uygulayabilirsek sanıyorum girişimciler adına çok önemli bir şey yapılmış olacağız. Zaten sunumumda da var ve özellikle de bunu vurguluyorum. Türkiye’deki mevcut ekosistem bunu çok rahatlıkla karşılayacak bir sistem, ayrıca Türkiye’deki girişimcileri destekleyen ekosistemin dünyanın hiçbir yerinde olduğunu sanmıyorum, bunu da açık açık söyleyeyim…10 bin girişimci KOSGEB, bir projeye 60 saatlik eğitim, sonunda 27 bin lira hiybe, ardından 70 bin lira uzun vadeli kredi… Bunları kullanabilen var, kullanamayan var o başka bir mevzu ama genel “policy maker” açısından bakarsak, bu işin politikasını yapanlar girişimciliğe nasıl bakıyor dersek, Türkiye’deki kadar hiçbir ülkede girişimcilere ben bu kadar destek verildiğini düşünmüyorum. Nitekim ikinci zirveyi de bizim ülkede yapalım diye öneri getiren tek ülke de Türkiye oldu.’

Peki, bunun (2. zirve önerisi’nin) Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olmasıyla bir ilgisi olabilir mi?
‘Bence artık gelişmekte olan bir ülke değil Türkiye, gelişmiş bir ülke, yakında eğer AB üyesi olan ülkeler gelişmekte olan ülkeler statüsüne girerse hiç şaşırmayın, olacağına bakın siz…’ J

Kendinizi geliştirmek için özel bir çabanız var mı, ya da başka bir değişle bu ateşi nasıl canlı tutuyorsunuz?
‘Girişimci denince; çok fazla fikir üreten biri akla gelir, bende öyle değil, ben çok az fikir üretirim. Örneğin, Melek Yatırımcılar Derneği’ni kuralım derim ama onu öyle bir organize ederim ki o işi hani topu almamla kalenin içine girmem bir olur ve girdikten sonra da kaleden çıkmam. Ben ekerim 100 yıl sonra meyvesini verir cinsi işlerle uğraşmadım, çünkü böyle bir şeye ne param, ne vaktim, ne de motivasyonum var. Beni motive eden, ayakta tutan; ekiyorum, suluyorum, hemen meyvelerini veriyor, bu beni motive ediyor. Çıkan meyvenin de kalitesi iyi olup, çevrendekilerin de hakikaten iyiymiş, nasıl yaptın demelerinden itibaren, karşılığını almış oluyoruz.’

Bazen de bir girişimde bulunulduğu zaman onun meyveleri yavaş yavaş alınıyor, ya da iş ters gidiyor bu gibi durumlarda bizlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
‘Dünyada tersine giden hiçbir şey yoktur. Bir kere arkadaşlarımız bakış açılarını değiştirsinler. Bazı insanlar “Hangi işe el atsak kuruyor.” derler. Böyle tersine giden bir şey yoktur, çünkü tersine gidiyor gibi duran işte aslında alınması gereken en doğru sonuç odur belki de… Sen tersine gidiyor gibi algılarsın hâlbuki o tersinde değildir, senin menfaatine olan sonuç “o” sonuçtur ama sen bunu pas geçip de kendi istemiş olduğun sonuç gibi olmasını istersen, o zaman üzülürsün. Dolayısıyla, olmamışsa olmamıştır. Tamam, belki de ben az işe el attığım için olmayan yok ama çok işe el atsaydım olmayan olacaktı muhakkak.’

Size göre şans nedir?
‘Aslında ben bu kelimeyi fazla sevmem, insanlar kestirme yola çok yatkın, şanssızım der, oturur bir şey olsun diye bekler. Mesela bir pazar günü gittim, Ekonomik Panaroma diye bir dergi aldım, Franchising’e rağbet diye bir haber okudum, bu haberin sonucunda bütün olaylar zincirleme olarak oldu. Haber sonucunda dernek kuruldu, dernekten(Deulcom) buralara geldik. O haberi, o gün binlerce insan okudu, herkes bu haberi pas geçti ama ben bir üniversite öğrencisi olarak fax geçtim.J Burada bir radar çalışma olayı var, bir kere o çok önemli, bu şans değil ama ben o gün o dergiyi 3. raftan çekmiştim, 3. raftan değil de 4. raftan bir dergi çekseydim o dergiyi çekmemiş olurdum, işte bu kısmı açıklamak mümkün değil, aslında kader diyebiliriz. “Sliding Doors”(kapanan, açılan kapılar) diye bir film var, adam metroya binecek iki saniye fark ile kapı kapanıyor, filmi iki kısımdan çekmişler, kapı açık olsa içeri girecekti, hayatını bir o şekilde çekmişler, bir de metroya giremediği kısmından çekmişler. Hayatının nasıl 180 derece değiştiğini o iki saniyede kapının kapanmasının neleri değiştirdiğini anlatmışlar. Benim dergiyi çekmiş olmam gibi bir şey, başka bir dergi çekseydim muhtemelen şu an bir İngilizce öğretmeni olmuş olurdum…

Bizler de üniversitemiz adına Türkiye adına yapmış olduğu çalışmalardan dolayı kendisine teşekkür ediyor, bu çalışmalara dur durak bilmeden devam edebildiği için kendisini tebrik ediyoruz… Soru sormak isteyen arkadaşlar bana facebook adresimden ulaşabilirler, kota aşımından dolayı arkadaş isteği kabul edemiyorum…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Miller-Tiedeman’ın Yaşam Boyu Kariyer Teorisi ve Karar Verme Süreçleri

Hansen'in Yaşam Planlamasına Bütüncül Yaklaşım ve Karar Verme Süreçleri

Enneagram Kişilik Sistemi